PROBLEMLERİN PERDE ARKASI (Farkındalık Üzerine)
Bu yazıyı yazarken amacım, bilinenleri tekrardan daha çok yeni şeyler söyleyebilmek ve çocuklarla veya yetişkinlerle yapılan danışmanlıkta karşımıza çıkan temel problemler üzerinde farkındalık oluşturmak. Örneğin biz öğrencilerde “amaç yokluğu” ile karşılaşmadık. Ya öğrencinin amacı ile velilerin amacı uyuşmuyordu ya da amaca ulaşma yolunda birçok kez başarısızlıkla karşılaşan öğrenciler öğrenilmiş çaresizlik yaşıyordu. Özellikle ikinci durumu yaşayan öğrencinin bu çaresizliği, tembellik, isteksizlik, özgüven eksikliği gibi çeşitli kelimelerle etiketleniyor. Bu etiketlemeden sonra da etiketin söylediği ne ise ona çözüm aranıyor. Doğal olarak gerçek sebepler görülemediğinden kronikleşen problemler daha “büyük” kelimelerle etiketleniyor ve suçlu bulunuyor: “Bu çocuk adam olmaz”
İşte tam bu noktada öğrencilerin, okul-ev-sosyal çevre üçgeninde daha başarılı ve daha mutlu olmalarını sağlamak için ortadan kaldırılmaları gereken problemler neler bugün bunlara bir göz atalım.
Öğrenilmiş Çaresizlik
1965’in başlarında, Martin E. P. Seligman meslektaşlarıyla birlikte, öğrenme ile korku arasındaki ilişkiyi incelemek üzere, köpekler üzerinde Pavlov’un şartlı refleks deneyini yaparken tesadüfen beklenmedik bir fenomen keşfetti. Bir köpeğe yiyecek gösterildiğinde köpek tükürük salgılama eğilimindedir. Pavlov, yiyeceğin gösterilmesiyle zil çalınması işlemini defalarca tekrarlayarak, köpeklere, bir refleks davranışı, o refleks davranışın doğal uyarıcı dışında bir şeye, zil sesine de göstermelerini öğretti. Bundan sonrası zili çalıp köpeğin salya salgılamasını izlemekten ibaretti.
Seligman deneyinde, daha önce herhangi bir deneye tabi tutulmamış 24 tane köpek aldı ve onları üç gruba ayırdı. Birinci gruptaki köpeklere “kaçış grubu” adını verdi, beyaz bir kabinin içerisine yerleştirilmiş bir hamağa sarmalanmış bir halde yatarlarken, arka ayaklarından 500 voltluk zararsız bir elektrik şoku uyguladı. Bu gruptaki köpekler kabinde kafalarının bir yanında bulunan paneldeki bir düğmeye basarak şoku kesme imkânına sahiptiler. Eğer 30 saniye içinde düğmeye basılamazsa şok kendiliğinden kesiliyordu. Bu köpekler düğmeye basmayı hızla öğrendiler ve gittikçe daha kısa sürede düğmeye basmayı başardılar.
İkinci gruba “boyunduruk grubu” adını verdi ve bunlar “kaçış grubu” ile aynı şartlar altında şoka maruz bırakılıyorlardı. Ancak bu köpekler düğmeye bassalar bile şok kesilmiyordu. Bu köpeklere uygulanan şok süresi kaçış grubundaki bir köpeğe uygulanan kadardı. Böylece kaçış ve boyunduruk grubu aynı sürelerde şoka maruz kalıyorlardı. Ancak boyunduruk grubu, panele bassa bile şok kesilmediği için 30 denemeden sonra, paneldeki düğmeye basmaktan vazgeçiyordu.
Üçüncü gruptaki köpekler ise kontrol grubuydu ve herhangi bir şoka maruz kalmıyorlardı.
24 saat sonra tüm köpekleri kısa bir çitle iki bölmeye ayrılmış kapalı bir alana götürdüler. Köpeklere 10 kez şok veriliyor ve köpeklerin bu 10 denemenin birinde duvarın üstünden karşı tarafa atlayarak şoktan kurtulacakları umuluyordu.
Kaçış grubu ve kontrol grubu kurtulmada hemen hemen aynı başarıyı gösterirken, “boyunduruk grubu” diğer gruplardan önemli ölçüde farklılık gösterdi. Bu gruptaki 8 köpeğin 6’sı 10 denemeden sonra bile duvarın üzerinden atlayıp şoktan kurtulamadı.
Bir hafta sonra ise bu 8 köpeğin 5’i hala 10 denemenin herhangi birinde karşıya atlamayı beceremiyordu. Bu gruptaki köpeklerin %75’i neredeyse karşıya hiç atlayamıyor, %62.5’i ise yedi gün geçmesine rağmen hala başarısızlıklarını sürdürüyorlardı.
Deneyin sonuçları tuhaf bir biçimde ikinci gruptaki köpeklerin, çaresiz olmayı öğrendiklerine işaret ediyordu.
Seligman ve arkadaşları tarafından ortaya atılan Öğrenilmiş Çaresizlik kavramı, hayvan veya insanlarda, başlarına gelen şeyler üzerinde hiçbir denetimleri olmadığını gördükleri zaman ortaya çıkan apati durumunu ifade etmektedir.
Öğrenilmiş çaresizlik, kişinin herhangi bir durumda çok sayıda başarısız deneme yaptıktan sonra, hiçbir şeyin değişmeyeceği, olayların kendi kontrolünde olmadığı sonucuna ulaşarak, o konuda bir daha deneme cesaretini kaybetmesidir. Geçmişteki kötü deneyimlerden çıkarılan olumsuz şartlanmaların bugünkü davranışları belirlemesidir. Daha önceki başarısız denemelerde karşılaşılan başarısız sonuçları, kendini sınırlayacak şekilde yanlış yorumlamadır.
Bu deneyden de anlaşılacağı üzere kontrol kaybı yaşayan bireyin, motivasyon, duygu ve biliş düzeylerinde çeşitli sonuçları olduğuna işaret etmektedir. Örneğin;
? Motivasyonel düzeyde: Kişinin çevreyi kontrol isteği yok olmakta, kişi pasifliğe düşmektedir.
? Duygusal düzeyde: Kontrol kaybı, umutsuzluk, depresyon gibi olgulara yol açmaktadır.
? Bilişsel düzeyde: İnsan, eylemleri ile eylemlerinin sonuçları arasında bağ kuramamaktadır. Ne yaptığında ne olacağını öngörememektedir.
Öğrenilmiş Çaresizlik Teorisi daha sonra his ve duygu yokluğu olarak tanımlanan depresyonu açıklayan bir model şeklinde insan davranışlarını da içine alacak tarzda genişletildi. Fakat ardından araştırmacılar birçok kötü yaşam deneyiminden sonra bile depresyona girmeyen insanlar gibi, öğrenilmiş çaresizliğin de açıklayamadığı istisnalar bulmaya başladılar. Seligman depresyondaki insanların, kötü olaylar hakkında depresyonda olmayanlardan daha kötümser olduklarını keşfetti. O, bu düşünceyi, “Attribution Theory” (Kaynağına Bakma Teorisi)’nden ödünç aldığı “Açıklayıcı Tarz” olarak adlandırdı.
Örneğin, bir matematik sınavından çok kötü not alan bir öğrenci bunun nedenini şöyle açıklayabilir: (Açıklama tarzları genellikle ana-babadan öğrenilir.)
1. Ben aptalım.
2. Matematiğim pekiyi değil.
3. Çok şanssızdım, sınav benim uğursuz günümde yapılmıştı.
4. Matematik hocası bana takmış durumda.
5. Matematik hocası, notu cebinden veriyor sanki.
6. O gün hastaydım.
7. Matematik hocası bu kez özellikle zor sormuş.
8. Çalışmaya vaktim yoktu.
9. Hoca sınıf ortalamasına göre not veriyormuş.
Bu açıklamalarda ebeveynler çoğu zaman fark etmese de kişiyi belli inanç ve davranış kalıplarının içine hapseder. Öyle ki;
? Kişi başarısızlığı kişiselleştirir. “Ben başarısızım” gibi.
? Kişi bir alandaki yenilgiyi hayatın her alanına yayarak genelleştirir. “Her işi elime, yüzüme bulaştırdım” gibi.
? Kişi hiçbir eylemde bulunmaz, atalete düşer. “Nasıl olsa sonuç değişmeyecek.” gibi.
Öğrenilmiş çaresizlik teorisine yönelik eleştiriler, teorinin kişinin bilişsel kapasitesini dikkate almayıp özellikle duruma ağırlık vermesi hususunda odaklaşmıştır. Teorinin bu eleştirileri dikkate alan yeni versiyonuna göre, belirli bir durumun kontrol edilemezliğinin birey tarafından algılanması yeterli değildir.
Bireyin, söz konusu durumun olağan dışılığını açıklamak için oluşturduğu atıflar önemlidir. Atıflar kişisel veya değil, eylemsizlik veya eylemlilik hali, genel veya özel olabilir. Atıfların kişisel, eylemsizlik ve genel olması halinde, öğrenilmiş çaresizlik duygusu daha güçlü olmakta ve gelecek durumlara yansıtılmaktadır.
Kısacası düşündüğümüz şeyler, davranışlarımızı belirler. Ve biz kelimelerle düşünürüz...